Bozuk Döngü

  Günlerden pazardı, havalar henüz bozmamışken dışarı çıkıp sahile doğru biraz yürüyüş yapmak istedi. Dün gece içmiş olmanın verdiği ağırlık yüzünden kolunu kaldırası bile gelmiyordu ama tek izin gününü de böyle harcamak istemiyordu. Kafasında nedenini anlamadığı ağrı ve şişlik vardı. Komodinin üzerinde bildirim ışığı yanıp sönen telefonuna kaydı gözü sonra. Mesaj beklediği kimse olmadığından dolayı biraz heyecanlandı ancak heyecanı kısa sürdü. E-mail'i ile kayıt olduğu alışveriş sitelerinin gönderdiği kampanya e-postalarından biriydi sadece. Susadığını farketti, içemeyecek kadar midesi bulanıyordu. "Duşumu alana kadar geçer heralde." Diye düşündü. Her sabah soğuk duş alma rutini yıllardır değişmemişti, karısı terk edip gittiğinde bile. Başlarda evdeki sessizliğin gürültüsüne alışamadığından sabaha kadar evinin karşısındaki parkta oturur ve içerdi. Daha sonra bu alışkanlığını eve taşıdı ve evde yalnız başına içmenin aslında o kadar da kötü olmadığını farketti. Böyle bir sonu beklemiyor değildi. Genç yaşta sevdiğini kaybetmenin ardından orta yaşlarda anne ve babasının kaybı onu bir hayli dağıtmıştı. "Bu şehir bana düşman." dedi ve terk etti doğup büyüdüğü şehri. Ailesinden kalan miras ile yine kıyıda bir şehre yerleşip nezih bir mahallede, büyük bir parkın karşısında bir daire aldı. Daha sonra iş görüşmelerinden birinde tanıştığı müşterilerinden biriyle başladığı birlikteliği evlilik ile sürdürme kararı verdi. Kriz, yaşadığı ülkeyi vurana kadar her şey yolundaydı ancak sonra işini kaybetti. Eşi bolluğun tarafında bir kişiydi ve geldiği şekilde terk etti evi. 

                                                                              -
   Dışarısı beklediğinden biraz daha serindi. Hafif bir rüzgar ve dökülen yapraklar. Bazısı sararmış, bazısı solmuş, bazısı da daha kopmamıştı dalından. "Ben hangisiyim?" Dedi devam etti yürümeye. Aşina değildi yüzlere, daha kalabalık bir şehirdi burası. Geçtiği kalabalık caddelerde gözüne takılan ya kol kola gezinenler ya da çocuklu çiftler oldu. Bir eksiklik hissetti içinde. Tamamlanamayacak bir yapboz gibiydi bazı şeyler onun için. Sahile az kalmıştı, yaklaştıkça rüzgar daha hızlı çarpıyordu yüzüne. Vardığında kalabalığın tek bir yönde toplandığını farketti aniden. Sahilin üstündeki cadde arabaların yoğun olarak geçtiği bir caddeydi ancak bugün insanlar vardı caddede. Yumruklarını sallayıp bağırıyordu insanlar "Üst geçit istiyoruz, yayaya saygı!". Öfke, umutsuzluk ve hüzün okunuyordu kalabalıktan. En öndeki kadın elinde genç bir çocuğun fotoğrafıyla birlikte ağlıyordu. Yanındaki insanlar hem ağlayıp, hem bağırıp hem de ağlayan kadının kollarından tutuyorlardı. İçi burkuldu, gözlerini acılı annenin yüzünden alamıyordu ancak bir an önce gitmezse bu anı uzun bir süre unutamayacağından korktu ve uzaklaştı oradan. Her zaman gittiği kafelerden birini seçti, vakit öğleni biraz geçmişti. Bir şeyler atıştırdıktan sonra bir kahve sipariş etti. Kahvesi en güzel kafe burasıydı onun için. Sahilde hala denize giren insanlar vardı, çoğunluğu yaşlı adamlardı. Bira içip muhabbete dalmış gençler ona gençliğini hatırlattı. Sevdiği kıza siyah gitarıyla şarkılar söyleyen genci gördüğünde yüzünde bir tebessüm oluştu, dalıp gitti uzaklara. "Kahveniz soğumuştur efendim yenisi getirmemi ister misiniz?" Dedi garson, dalıp gittiği maziden geri getirdi onu. Güneş batmaktaydı, garsona teşekkür edip evin yolunu tuttu. Kalabalık dağılmıştı. Evde içecek bir şeylerin kalıp kalmadığından emin olmadığından gitmeden bir viski, bir kaç bira ve bir de şarap aldı. Eve vardığında hemen televizyonun kumandasına gitti eli. Her ne kadar alışmış olsa da, sessizliğe fazla katlanamıyordu. Arka planda heyecanlı spikerin anlatımıyla haftanın en önemli maçlarından biri vardı. O ise bu sesi pek duyuyor gibi değildi. Birer ikişer yudumlarken şişeleri zaman geçmiş vakit geceye çoktan gelmişti bile. Dönen başına aldırış etmeden masanın üzerinde duran arabasının anahtarını aldı, çıkmadan ceketini üstüne alıp ceplerini yokladı sigara paketi içinde mi diye, içindeydi. Bir sigara yaktı, kontağı çevirip sürmeye başladı. Radyoda sevdiği şarkılardan biri çalıyordu ama hangisi olduğunu bilemeyecek kadar sarhoştu. Zaman bir farklı akıyordu sanki, yollar, ışıklar her şey çok farklıydı gözünde, çok hızlıydı. Yolun ortasında bir farklılık vardı sanki, hızla yaklaşıyordu bu farklılığa, hızla ve hızla. Çok geçti. Frene sonuna kadar basmış olsa da saatte 160 kilometre hızla genç bir çocuğa çarpmasına engel olamamıştı. Kafası kanıyordu, fren yaptığı sırada kafasını direksiyona çarpmıştı. Kapıyı açtı ve arabadan indi. Ayakta duramayacak kadar sarhoştu, ışıklar ise daha parlak, yeşil daha yeşildi. Yerde yatan biri vardı ve kafası kanıyordu. Korkmuştu, arabasına binip hemen eve doğru sürdü. Genelde dışarıda duran arabasını varır varmaz garaja sakladı. Aynaya baktığında kafası hala kanıyordu. Yüzünü yıkadı ve sanki bunların hiçbiri yaşanmamışcasına soyundu ve hemen yatağına girdi. Sabah olduğunda kafasında nedenini bilmediği bir şişlik ve ağrı vardı.


Popüler Yayınlar

Sen